15 Şubat 2012 Çarşamba

MERHABA 2012 !

Hep güneş tutulması olmaz ya ,
Akıl tutulması da var yaşamda.


Devran'ın hep böyle süreceğini sanıp, arsızlaşan iktidar,
En olumlu koşullarda varlık gösteremeyen sosyal demokratlar,
Vatan adına  hamaset yapıp, emperyalizmi, göremeyem milliyetçiler,
Berlin duvarının altında kalıp, bir türlü kendine gelemeyen sosyalistler,
Dört yol kavşağında ortadoğu bataklığını seçen kürtler,
Tek başlarına "biz" olabileceklerini zanneden türkler,
Hiç bir dinde olmayan evrenselliklerinin değerini bimeyen aleviler,
Dayatılan Emevi İslamı'nı "din" zanneden sunniler,
Maun suresini unutup holdingleşen tarikatlar,
Allahın peygamberlerine bile vermediği vasıfların şeyhlerinde olduğuna inanan müritler,
Sınıf olduklarını unutan işçiler,
Üretmekten vazgeçip kentlere kaçan köylüler,
Halkından kaçıp rakı masalarına sığınan aydınlar,
Yeniden Milli Mücadele için sanal alemin dışına çıkmayı beceremeyen Atatürkçüler,


Ve tabii ki
Kasımpaşalılığı marifet,sadakayı hizmet,palavrayı hikmet sanan,
Elinden ekmeği,yüreğinden onuru,ayağının altından vatanı alınan,
Her gün bir kaç evladı kör kavgada kurban edilen,
Kandırılan , ezilen. soyulan
Ama hiç mi hiç farkına varmayan,
Çekirdek çitleip futbolla, televizyonla uyutulan


Heeeeeeeeeeeey  sevgili halkım
Hepinize kocaman bir , Merhaba!


Dilerim 2012'de  akıl tutulmanız son bulur.




Ali KAYA

27 Ekim 2011 Perşembe


CAN HOCA



Can Polat Pomay….

Zonguldak’ın Can Hocası…

Çoğumuzun canımız kadar  sevgi , saygı duyduğu  Cumhuriyet Öğretmeni

Bu yazıyı okuyanların şöyle dediklerini duyar gibiyim ;



- Bize Can Hocayı mı tanıtacaksın.O bizim Can Hocamız. Biz onu tanıyoruz.



Doğru.Benim de böyle bir amacım yok.Hepimiz Hocamızı tanıyoruz.Zaten Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı  ( ZOKEV ) bu konuda çok güzel bir çalışma yapmış,kitapçık olarak yayımlamış.Herkesin edinip okumasını  isterim.



Bu çalışma  ZOKEV’in kent belleğinin belgelenmesi yolunda değerli bir eser.ZOKEV’i ,başta gönüllü kültür hamalı  Ahmet Öztürk olmak üzere tüm yöneticilerini  kutluyorum.



                               ***                                 ***

 Karasevdam Karaelmas    kitabımı , hocama sunarken , sunu yazımda ;  ……birçok Milletvekili ve Belediye Başkanından daha fazla Zonguldak!a katkısı  olan sevgili hocama …. demiştim.



Bu tanımlama içi bilgiyle desteklenmemiş bir öngörüydü.Ama sevgili Hocamızın bana, o çok güzel kendi kuşağının  özelliklerinden biri olan harika el yazısıyla ithaf edip imzaladığı özgeçmiş’ini okuyunca  öngörümün gerçekliğini gördüm.



Bunları sizle paylaşmak istedim.



Bu bilgilerin öğrencisi olmaktan onur duyduğum  Hocamızın spora , eğitime ve adam olma yolunda öğrencilerine  verdiği eşsiz katkılarını anlatmak benim haddim değil.Bunları zaten yaşadık, biliyoruz.



Kentin büyümesine  , gelişmesine yaptığı katkıları bilmiyordum.Birçoğunuzun bildiğini de sanmıyorum.

                          ***                                     ***

Can Hoca 1950 de Zonguldak ‘a gelmiş , Devrek’e tayin olmuş.

Devrek’te basketbol’u başlatmış.İlk basket potalarını dikerek ,adeta  bundan sonra yapacaklarının temelini atmış.



1965 – 1969 yılları arasında fahri olarak  Beden Terbiyesi  Bölge Müdürlüğü yapmış.İki odalı , sığıntı haldeki  kuruma bu günkü modern  , Bölge Müdürlüğü Binasını kazndırmış. Yetmemiş bugün kendi adını taşıyan Kapalı Spor Salonunu yaptırmış.

Yetinmemiş ,Çaycuma Stadyumunun yapılmasını sağlamış.



O zamana kadar ,Özel İdare ve Belediyelerden alınan %3-4 Spora katkı paraları, Ankara’ya , Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne giderken ,  paraların burada kalmasını sağlamış.Bu paralar Zonguldak’ta yatırıma dönüşmüş.Örneğin Stadyum iyileştirilmiş.Tribünler yapılmış.

Yani Şehir Stadyumunun bugünkü hali de onun eseri.



Bu  iki tesis (Stadyum ve Kapalı Salon ) sayesinde çok sayıda Bölgesel Turnuvalar  Zonguldak’ta yapılmış.  Zonguldak’ın otelcisi lokantacısı ve diğer  esnafı maddi kazanç sağlamış ve halen de sağlamakta.



1978 ve sonrası sekiz yılda ZOFOD (Zonguldak Folklor Derneği ) başkanlığı yapmış. Türkiye’nin ve tabii ki Zonguldak’ın yurt dışında tanıtımına katkıda bulunmuş.



ZOFOD’ kendi alanında  kurumsal anlamda bir ilk.Özellikle yerel folklor açısından önemli çalışmaları ve derlemeleri var.Bugünkü bir çok folklor kuruluşunun kadroları ZOFOD ocağında yetişti



Zonguldaksporun 2.Lig’e alınmasında da Can Hoca’nın emeği-katkısı var.’Doğal olarak 2.Lige girmemiz kent ekonomisine  önemli maddi kazançlar sağladı.



Gerek Mehmet Çelikel Lisesi , gerekse de TED Koleji müdürlükleri sırasında okullarda üniversite hazırlama kursları açmış.Bu çalışma  da çok başarılı olmuş. Aile bütçelerine yük olmadan çok düşük paralarla ,çok sayıda öğrenci üniversiteli olmuş.



Hocamızın yetiştirdiği  bir çok politikacı ve bürokrat’ın  kente yaptığı hizmetlerin temelinde de Can Hoca’nın teşvik ve yönlendirmesinin olduğunu da unutmayalım.



                                 ***                                            ***

Can Hoca’nın  Spor ve Eğitime yaptığı , değil ülkede ,dünyada bile örneği az bulunur  katkılarının dışında kentimize yaptığı  fiziki-ekonomik katkıları da bilinsin istedim.



Gerçekten bir çok seçilmiş yani görevlendirilmiş Milletvekili ve Belediye Başkanının düşünün, bir de Can Hoca’nın bir başına yaptıklarına  bakın.



                                   ***                                          ***

Böylesi konularda hep aklıma eski bir kartpostal gelir.Hani eskiden bayram-yılbaşı öncesinde açılan kartpostal sergileri vardı.Oradan almıştım;şimdi bulamıyorum..Ama kompozisyon çok net olarak aklımda ;



“Birbirinin eşi beyaz sandalyelerle dolu bir salonun kapısında elinde süpürge ,gözleri dehşetle açılmış bir müstahdem , yanındaki polise salondaki birkaç kırmızı sandalyeyi göstermektedir”.



İşte  bir yığın yitiklerin – yanlışların kenti Zonguldak’ta birkaç kırmızı  sandalyeden biridir Can Hocam,



İyi ki o kırmızı  sandalyeler var.



İyi ki varsın hocam.

Sana nice sağlıklı mutlu yıllar.

Tüm öğrencilerin ve sevenlerin adına ,ellerinden öperim



Ali Kaya



2

10 Eylül 2011 Cumartesi

ALDI GİTTİ  ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ
DENİZDEKİ GEMİLER............


Birinci Dünya Savaşına iki Alman gemisinin,   Karadeniz’e geçip Rusya’yı bombalaması neticesinde girdik.

Goben ve Braslau  isimli gemilerin adını Yavuz ve Midilli olarak değiştirmemiz de bizi kurtarmadı.
            
Alman Emperyalizminin güdümüne giren Enver Paşa ve arkadaşları Osmanlıyı felakete sürükledi.
Sonuçta yenildik. Düşman gemileri İstanbul’un karşısında , boğazda heyula gibi dikildiler.                                                  

İstanbul’un binlerce yıllık surları bu demirden surlar karşısında ne kadar utanmış ve sarsılmıştır dersiniz.

Derler ki Mustafa Kemal bu düşman gemilerini  gördüğünde  hırs ve üzüntüyle ;
--“GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER “  demiş. Gerçekten Anadolu’da yakılan bağımsızlık ateşi ve verilen kurtuluş savaşı sonucunda  geldikleri gibi gittiler.

                                 ****                                    ***

Mustafa Kemal’in Bağımsız Türkiye’si aradan 23 yıl geçtikten sonra emperyalizmin ettiklerini unuttu.

Rusya korkusuna Amerika ile yakınlaştı. Ama ne yakınlaşma.

Amerikan emperyalizmi bu ülkede   6 Nisan 1946 tarihinde Missuri  savaş gemisi ile bayrak gösterdi. Bundan sonra da Amerikan gemileri  ha bire geldiler de geldiler. Bu gelişlerden belki de aklınızda tek kalan 6.Filo ile ilgili  olanlardır.Hani Türk gençliğinin Amerikan  askerlerini Kabataş’ta denize dökmeleri falan...

Missuri geldiğinde çok sevinmişti bizimkiler.Bağımsızlık unutulmuştu.Ulusal onur çamura bulanmıştı.

Yazarlar , politikacılar , ve bunların kandırıp yönlendirdikleri halk  neredeyse Amerika’ya   yaltaklanma seviyesinde  tavırlar göstermişti.

Amerikalılara çeşitli hediyeler verilmiş, PTT ,  Missuri serisi pul çıkarmış , Amerikan askerlerine bedava araçlar tahsis edilmiş, tiyatro ve sinemalarda bedava koltuklar ayrılmış, Tekel   Missuri sigaraları üretmiş ,  bazı onur yoksunu yazarlar Türk annelerine kızlarına geç saatlere kadar amerikalılarla gezmeleri için  izin vermelerini önermiş....Hasılı rezilliğin bini bir para..... 

Çarpıcı bir örnek ;
CHP Bursa Milletvekili Muhittin Baha Pars 8 Mayıs l947 de meclis kürsüsünden şöyle yumurtlamış ;

--- ... Bu ses nihayet Amerika’dan peygamber gibi temiz ve kusursuz olan  büyük           insanın ,büyük Rozvelt’in  sesi olarak aksetti....... Bugün bu büyük milletin                       insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken , peygamber gibi temiz ve   kusursuz Rozvelt’i ,onun halefi olan kıymetli Truman’ı  hürmetle selamlar...vb. (Çetin Yetkin.Karşıdevrim. Sayfa 335)

Bu konuşma meclis tutanağına göre çok alkışlanmış.

Amerikalılar ile ilk anlaşma 12 Temmuz 1947 de imzalanmış.Bundan sonra ikili (!) anlaşmaların arkası kesilmemiş.Kore’ye asker göndermişiz.Cezayir’in bağımsızlığına karşı oy kullanmışız.Kıbrıs müdahalesinden dönmüşüz – Johnson Mektubu –                       Politikacılarımız , gazetecilerimiz- tarikat şeyhlerimiz Amerika’da    “ misafir” edilmişler.Kurmay subaylarımız Amerikan Harp Akademisi Westpoint’te eğitilmiş (!) . Haşhaş ekmemiz yasaklanmış vb...

Ve geldik bugüne...Şimdi AKP ‘ye , Recep Tayyip Erdoğan’a yükleniyorlar. “Amerika ve Yahudi lobisinin oluruyla iktidar  oldular , Büyük Ortadoğu Projesinin taşeronluğunu yapıyorlar , İsrail’e çıkışları kandırmaca , Emperyalistlerin emrindeler   Kürt meselesinde iki yüzlüler,ülkeyi bölüyorlar“ diyorlar.

Bunlar doğru olabilir . Ama , bence haksızlık ediyorlar.
Bu ülke Amerikan emperyalizmine 1946 yılında Missuri gemisinin gelişi ile teslim oldu.
AKP ve Recep beyin  yapacağı başka bir şey yok.Gerçi bunların genetik değil ama ideolojik ataları işin başından beri emperyalizme dostturlar. Ama ülkeyi kurtaranlar bile emperyalizme teslim olmuşlarsa AKP’ nin yaptığı sadece tüy dikmektir.

                            ****                                    * **
Sözü fazla uzatmaya gerek yok.Gelin size koca şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in ünlü , nehir tarzındaki şiiri Kızılırmak ‘tan bir bölüm aktarayım ;

Bu şiir 1965 t yılında yazıldı . Soruşturmalar geçirdi.Bilirkişi raporuyla  mahkemece aklandı.Ama  bu günlere gelişi  ne de güzel anlatıyor.

                         ****                                        ****


bir gün çıkıp geldiler – anlamsız yüzlerini gülüşlerini –
tüketimartıklarını üretimorganlarını ve eski külotlarını – çikletlerini
çukulatalarını getirip bıraktılar- tiklerini mimiklerini çiğliklerini –
genç kızların düşlerini getirip bıraktılar – hergün hergün yeniden
getirip bıraktılar – iplerini oltalarını konserve kutularını  -
süttozlarını soyalarını salemlerini – kısırlık haplarını madalyalarını
tasmalarını – bayraklarını bayrak yırtmalarını sövmelerini – anamıza 
 bacımıza çocuğumuza – en çok önem verdiğimiz şeylerimize –
üretimorganlarını ve tüketimartıklarını kullanarak – tanrının isanın ve
bizimkilerin izniyle – atlarını seyislerini çombelerini – traşllarını ve dişlerini getirip bıraktılar- 
hergün hergün yeniden getirip bıraktılar –
sonra güzel güzel anlaşmaları – sonra güzel güzel sözleşmeleri –
sonra güzel güzel paylaşmaları – asılmışların ve asılacakların izniyle –
ve durmadan durmadan baltazar bayramlarını – sonra güzel güzel
savaş uçaklarını – radarları rampaları atombombalarını – denizaltı
denizüstü birşeylerini – bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini - piekslerini
bitekslerini bitpazarlarını – eroinlerini kokainlerini getirip bıraktılar -
hergün hergün yeniden getirip bıraktılar –

                     ve sonra çekip gitmediler gemilerine
                     ve sonra çekip gitmediler gemilerine 
                     ve sonra çekip gitmediler gemilerine
                            ve artık okadar çok şey getirdiler ki
                            ve artık okadar çok şey getirdiler ki 
                            ve artık okadar çok şey getirdiler ki 
                                     bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde

               
 HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL
Kızılırmak 3.Baskı .Şubat 1973
 Ölümü : 26Şubat 1984


hey   be, aslan yeleli koca usta !
Ağzına sağlık ta  diyemiyoru m  , artık yoksun ,yazık ki
Ama , yaşasaydın bugün ne derdin kim bilir ?
Derdin de mutlaka ,susmazdın , susturamazlardı seni.
Ama anlayacak kimse bulabilir miydin , onu bilemem  işte…..

1 Eylül 2011 Perşembe

EYLÜL

EYLÜL

Aylardan biridir Eylül…
Ama bence hüznün adıdır Eylül..
Ya da Eylül’e en yakışan tanım hüzündür…
                    ***                    ***
Doğanın yüzünü kışa çevirmesinin başlangıcıdır Eylül…
Yapraklar , çiçekler , meyveler olgunlaşıp , kısa yaşamlarının merdivenlerinden inmeye başlarlar Eylülde…
Sonbaharı hatırlatan kokulu siyah üzümler Eylülde olgunlaşır…
Tatilciler , Eylülde  dönmeye  başlarlar avarelikten…
Çocuklar haytalığın , başıboşluğun bitip ,okulların başlamasını buruk ve hüzünlü olarak kabullenirler Eylülde
Doğadaki diğer canlılar ,balıklar kuşlar için de Eylül  hüzünlüdür herhalde.Çünkü av mevsimi de Eylülde başlar.
                  ***                   ***
Eylülün bize sundukları sadece bunlar değil elbette.
1 Eylül , Dünya Barış Günü,
Savaşın yıkıcılığını ,zulmünü ve acısını  insanlığın unutmamak ve unutturmamak için koyduğu anı günü
Her 1 Eylülde savaşa karşı sesler yükselir , savaş ve savaş taraftarları lanetlenir.
Ama tüm bunlara rağmen  savaşlar,ölümler, acılar sürer.Zulüm hükmünü sürdürür.Bu da  insanlığın kendi içindeki ilginç ama acı paradokslarından  biridir.
                   ***                    ***
11 EYLÜL 2001 de Amerika ‘da ikiz kulelere, Pentagon’a yapılan saldırılar ve kaçırılıp çakılan uçaklarla dünya  şok oldu.
Özellikle Amerika İmparatorluğunun armadası  olan Pentagon’un saldırıya uğrayabilmesi herkesi şaşkına çevirdi.
Bin Ladin’e mal edilen bu insanlık dışı saldırıda 2 bin 823 kişi öldü. Binlerce çocuk yetim kaldı.Binlerce ana baba , evlat acısı yaşadı.
Amerika’nın misilleme olarak Afganistan’a  yaptığı saldırı  sonucunda ise 3 bin 600 kadar sivil öldü.Bunlar da suçsuz ve günahsızdı.Yine binlerce çocuk yetim kaldı , binlerce ana – baba’nın yüreği dağlandı
                     ***                   ***
Bizim tarihimizde de 6-7 Eylül 1955 gibi kara bir leke var.
Kıbrıs’ı  bahane ederek , Selanik’te   Atatürk’ün evi bombalandı gibi provakatif  haber sonrasında , derin devlet , kontrgerilla örgütlenmesi ile İstanbul’da azınlıklar saldırıya uğradı.Saldırı sonucu  16 kişi öldü,400 kişi yaralandı,400’ den fazla kadın tecavüze uğradı. 4214 ev , 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır,26 okul  5 spor kulübü , 2 mezarlık tahrip edilip yağmalandı.
 İşi komünist olarak tanınan ve o tarihte dördü ölmüş olan aydınlara yıktılar. Haklarında dava açıldı. Ama  suçlamalar hiç  bir gerçeğe dayanmadığından aralık 1955 yılında serbest bırakıldılar.
Olayın derin devletçe yapıldığı21.09.2010 tarihinde bir televizyon kanalında itiraf edildi. Bir zamanlar MGK Genel Sekreterliği yapan   General Sabri  Yirmibeşoğlu  ; “ 6-7 Eylül Olayları Özel Harp Dairesinin işiydi. Muhteşem bir örgütlenmeydi.Amacına da ulaştı” dedi.
Ulaşılan sonuç   İstanbul’da yaşayan 280 bin Rum vatandaş sayısının 2bin beş yüze  düşmesiydi, sermayenin el değiştirmesiydi. Ayrıca Atatürk’ün evine bomba atan ,o zaman Selanik Üniversitesinde öğrenci olan  Oktay Engin isimli provakatör 1992 de  Nevşehir  valisi yapılarak ödüllendirildi.
                    ***                   ***
12 Eylül 1980  de bizim ülkemizin yaşamında acılı bir sürecin başlangıcıdır.
31 yıl önce yapılan faşist askeri darbe sonucunda ;  650 bin kişi gözaltına alındı.Bunların çoğu ağır,insanlık dışı işkence gördü.Yapılan işkencelerde 171 kişi işkencecilerin elinde can verdi.
210 bin dava açıldı. 230 bin kişi yargılandı. 517 idam cezası verildi. 49 kişi idam edildi.
14 bin kişi vatandaşlıktan atıldı.30 bin kişi sakıncalı sayıldığından , işinden ekmeğinden oldu.3854 öğretmen , 120 üniversite hocası atıldı.
Siyasi partiler kapatıldı. Parlamento feshedildi. Halkın iradesinin ırzına geçtiler. Türkiye’nin siyasal yaşamı çizgisinden çıktı. Hala düzelmedi. Anayasa ve hukuk metinleri demokrasi ve insan haklarına aykırı biçimde değiştirildi.
İnsanların ve toplumun belleği silindi, yeniden programlandı.Atatürkçülüğün içi boşaltıldı,sevimsiz hale getirildi.Şeriatçı akımlar palazlandırıldı.Bugün iktidar oldular ,Mustafa Kemal ‘den dedelerinin hesabını soruyorlar.
 
                   ***                   ***
Benim kuşağım için bir 11 Eylül daha var hüzünle hatırladığımız..
Bu gün bir çokları için anlam ifade etmeyen ve hatırlanmayan Şili askeri darbesi ve Şili’nin unutulmaz lideri Salvador Allende’nin hüzünlü sonu..
Bundan  38 yıl önce 11 Eylül günü Şili’de Amerika tarafından planlanan ve  Augosto Pinochet isimli general ve satılık ordusu  tarafından faşist darbe gerçekleştirildi.
Şilinin seçimle başa gelen lideri Salvador Allende   darbeciler tarafından bombalanan La Moneda sarayında bir CİA ajanınca kurşunlanarak öldürüldü.
Size darbenin en başından beri başkanlık sarayında makamını terk etmeden , halk adına,emekçiler adına , demokrasi adına direnen ve yaşamını yitiren Allende’nin , radyodan halkına ulaştırdIığı son sözlerini aktarıyorum.
       “ Size son kez hitap ediyorum. Uçaklar Magalannes Radyosunun  vericilerini  bombaladı.Bu tarihsel  geçiş anında , halkıma sadakatimi hayatımla ödeyeceğim.Ama yüz binlerce Şililinin bilincine düşen tohum er geç yeşerecek.Onların silahları ve güçleri var.Ama toplumsal ilerleyişi şiddet ve cinayetle durduramazlar…
…. Az sonra sesimi  duyamayacaksınız.Ama ben hep sizinle olacağım.Beni vatana sadık ,  onurlu bir insan olarak hatırlayın.
…. Yaşasın  Şili , yaşasın halk , yaşasın emekçiler !
…. Bunlar benim son sözlerim ve fedakarlığım boşuna değil.Satılmışlığa , korkaklığa ve ihanete ahlak dersi olacağına eminim ! “  (Kaynak : Mine G.Kırıkkanat Radikal 11 Eylül 2002 )
Bu faşist darbe sonrasında Şili halkı akla hayale gelmez acılar yaşadı.Bu gün bile sonları bilinmeyen on binlerce kayıp yanında sadece 3 binden fazla kişinin işkencede öldürüldüğünü, duvar mezarlara , betonlara gömüldüğünü söylemek yeter.
                    ***                   ***
Evet , hazan mevsiminin başıdır,
Evet ,hüznün bir başka  adıdır,  Eylül…
Ama  aynı zamanda  ,yaşamın boy verip sürdüğü engin ırmak  olan zamanın bir parçasıdır da..
Bu nedenle Eylülde sadece  hüzün yaşanmaz elbette.
Güzellikler , hoşluklar , mutluluklar da vardır Eylülde..
Başlayan aşklar , mutluluğa atılan imzalar , yaşamın ilk nefesini alarak ana – babayı sevince boğan çocuklar, gülen  gözler , mutluluk dolu yüzler  gibi..
Sizleri,Eylülde de güzellikler , hoşluklar , mutluluklar yaşamanız dileğiyle selamlıyorum.
04.09.2011

23 Ağustos 2011 Salı

Türklerle Kürtler ve Akıldışılık

Her ne kadar Kenan Evren bir zamanlar “Kürt yoktur, onlar dağ Türkleridir” demişse de, Kürtler bu  bölgede Milattan önce 1000 yıllarından beri varlar. Bugün Kenan Evren’in de varlığını kabul ettiği Kürtlerle Türklerin birlikteliği de 11. yüzyılda Selçuklular'ın Anadolu’ya gelişiyle başladı. Yani en azından 900 yıldır iki halk birlikte yaşıyor.

Malazgirt’te, 1071'de Bizans ordusunda henüz Müslüman olmamış Türkler paralı asker olarak bulunurken  Kürtler Alparslan’ın  yanındaydılar.

Kürtler Yavuz ile Şah İsmail arasındaki savaşta Osmanlı'dan yana oldular. İdris-i Bitlisi önderliğinde Alevilerin imha sürecine katkıda bulundular.

Osmanlı'nın atadığı Kürt paşalar komutasındaki Hamidiye Alayları bu hizmet ve işbirliğini sürdürdü. Bu destek  18- 19. yüzyıllara kadar (neredeyse sorunsuz) sürdü

Ermeni tehcirinde İttihat ve Terakki kadroları aldığı kararları büyük oranda Kürtlerle birlikte hayata geçirdiler.

Kısaca Sünni kardeşliği çerçevesinde Hanefi Türklerle, Şafii Kürtler'in bir anlamda suç ortaklığı bin yıldır sürüyor. 1878 sonrasındaki bir dizi Kürt  isyanı bu ilişkideki aksayan taraflar.

Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında bu ilişkiler yine iyileşti. Anadolu’nun hemen hemen tüm yaşayanlarının desteğini alan ve adeta adı konulmamış bir sosyal anlaşma ürünü olan Ulusal Kurtuluş Savaşı Orta Doğu’daki çağdışı gerici yapılanmaların yerine modern bir devleti doğurdu. Cumhuriyet, Orta Doğu karanlığında adeta parlayan bir yıldız oldu. Başlangıçta tüm Anadolu yaşayanları geleceklerini bu devlette gördüler.

Ama emperyalist güçler boş durmadı. İngilizlerin kışkırtma ve desteğiyle 1925'de Şeyh Sait kürtçü-şeriatçı isyanı yaşandı.

Bundan sonra da ilk dikkate değer Kürt örgütlenmesi olan PKK 1972'de kuruldu, 1978'de eyleme başladı. PKK hareketi çok ilginç bir seyir izledi.

12 Mart 1971  ve 12 Eylül 1980 darbelerinin  karanlık sürecinde her şeyden haberdar olduğu söylenen devlet tüm sol yapılanmaları ezip yok ederken PKK bu topraklarda boy attı, gelişti. Bunu anlamak da, anlatmak da  zor. Başlangıçta anti emperyalist  olduğunu söyleyen örgüt, Amerika’nın yardım ettiği bir taşeron haline geldi. Bugün emperyalistler Türkiye’yi Kürtler adına Abdullah Öcalan ile konuşmaya zorluyorlar.

Oysa bugüne kadar Kürtler'i yok sayma yaklaşımı yerine kendi Kürtlerimizle kendi isteğimizle,  zamanında konuşmayı becerebilseydik bu noktaya gelir miydik dersiniz?

Yasal zeminde, Kürt milletvekilleri, belediye başkanları, il genel meclisleri, belediye meclisleri, Kürt kanaat önderleri ortadayken, Apo ile görüşmek hangi akla sığıyor?

Yani kısaca Selçuklu, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti ile geçen tam 900 yıldan sonra Kürt-Türk ilişkilerinin geldiği nokta bu.

Sizce de akıl dışı değil mi?

Bugün, doğudakinden fazla sayıda Kürt batıda yaşıyor. İşi, aşı, geleceği batıda. Hangi Türk ya da Kürt ailesinde karşı (!) taraftan gelin ya da damat yok ki? Ülkede Kürtler'in ekonomik ve siyasi anlamda statü kazanmalarında belirgin bir engel yok.

Türkiye’nin daha modern ve demokrat bir toplum olma umut ve mücadelesi sürüyor. Bunun meyvelerinden elbette ki Kürtler de yararlanacak.

Öyleyse Türkiye yerine asırlardır ihanetin, gericiliğin, kalleşliğin emperyalistlerce her gün yeniden ve yeniden sahneye konulduğu Orta Doğu’yu seçmenin akılla ilgisi var mı?

Yarın "Bir damla petrol, bir damla insan kanından daha değerlidir" diyen (Franklin D. Roosevelt) emperyalistler bugün pohpohladıkları Kürtler'i işleri bitince ateşin ortasına atmaktan çekinmezler. Öyleyse bu aymazlık niye?

Bugün Kürtlerin kaderlerini tayin hakları  emperyalistlerin petrolle ilişkilerine bağlı. Evet, Kürt halkı kendi kaderini tayin etmeli. Ama Orta Doğu cehennemine atılmak yerine bağımsız, onurlu, emperyalizmden kurtulmuş, özgür bir Türkiye’de birlikte yaşama seçeneği daha akılcı değil mi?

Türk ırkçıları ile Kürt ırkçılarının el ele verip ülkenin geleceğini mermi kovanlarında yakmalarını anlayabiliyor musunuz? Terörle mücadele, uyuşturucu, silah ve insan ticaretine akıtılan kaç yüz milyar dolarla ne kadar fabrika, okul, hastane yapılırdı hesaplayabilir misiniz? Bu  akıldışı kavgada on binlerce Türk ve Kürd'ün canını almak hangi akla ve vicdana sığıyor?

Bugün ve yarın iş ve ekmek bulmak, hatta fizik olarak yaşayabilmek için Türkiye  Cumhuriyeti Devleti'nin üniter ve demokratik biçimde sürmesi açıkça ortada iken bu yapıyı bozmaya çalışmayı anlamak mümkün değil.
                   
***                    ***                    ***

Bu akıl dışılığı aşabilmenin tek yolu var: Her iki tarafın da ırkçı söylemleri terk etmesi, silah kullanmayı bırakması, üniter  devlet çerçevesinde yapılabileceklerin konuşulması gerekiyor. Yani İnadına Barış, İnadına Kardeşlik, İnadına Birlikte Yaşamak!!!

Bin yılın suç ve yol arkadaşları bunu becermek zorundalar.